![]() |
Mutluluk |
Sanki yeniden başlıyormuşum ya da beni bekleyen güzel günlere adım atacakmış gibi hissederim.
Gerçek böyle olmasa da...
"Hiçbir şey yapmadan da yorulabiliyor insan; düşündüklerin ağır geliyor mesela..."
Octavio Paz
Mutlu günler
Milli bayramların kendine has özelliği vardır; ulusal çoşkumuzu ve bütünlüğümüzü pekiştirir.
Dîni bayramlar ise birebir ilişkilerimizi tazelemek için harekete geçtiğimiz, sevdiklerimizi görüp mutlu olduğumuz günlerdir.
Tabii ki bunu söylerken, sevdiklerini kaybeden, yalnız bir hayata mahkûm olanların acısını içimde hissediyorum; onlar için hüznü arttıran anları ifade eder belki de bayramlar.
Bayramlar ve Yabancılaşma
Fakat ben temel olan bir olgudan bahsetmeye çalışıyorum. Geleneklerimize yerleşen bayramlar modern dönemlerin tüm yıpratıcılığına karşın, bireyi diğerlerine ve topluma bağlayan sosyal içeriğiyle varlığını sürdürüyor. Elbette "Nerede o eski bayramlar" serzenişi bütün bütüne haksız bir söylem olarak kabul edilemez; eskiden daha güzeldi/güzelmiş, ancak bayramlarımız hâlâ var ve bizi sevdiklerimize, akrabalarımıza, birbirimize bağlıyor.
Dargınlıklarımızı onarma fırsatı veriyor. Metropol ya da taşra farketmiyor, insanlar büyüklerini ziyaret ediyor, şeker ve kolonya ikrâm ediliyor, yemekler yeniliyor.
Sağduyu zaafı olanlar dışında kaldırımda, apartmanda, trafikte makul davranmaya daha fazla özen gösteriliyor.
Tüm bu nedenlerden ötürü bayramlar toplumsal yabancılaşmaya karşı, birincil ve sosyal ilişkilerimizi ayakta tutmayı sağlayan kurumlardır.
Saygı ve sevgi ezbere düşen, klasikleşmiş iki kavram değildir; büyüğe duyulan hürmeti, küçüğe olan duyguyu ifade eder. Bayramlar bu birleştirici sözleri yeniden keşfetmemizi sağlar.
Umutlu şeyler...
Güzel şeyler konuşulur; umutlu şeyler... o yüzden çocukluğumun bayramları hep en tatlı hatıralarım olarak kalacak. Düşünüyorum da yüzyüze iletişim ne kadar da önemliymiş; konuşmak, paylaşmak, anlatmak, dinlemek, bayram için aldığın ya da giydiğin kıyafetlerle gezmek. İşte bunların hepsi bayramları çok sevmemi sağladı.
Hep yeni bir başlangıcın içindeymişim gibi hissettirdi.
"Darda kaldım diye umutsuz olma; yok iken dünyayı vareden vardır."
Neşet Ertaş
İnsan İnsanla Varoluyor
Sonra sonra bunu bilimsel bir çerçeveye oturtmayı başardım. Sanırım bir sosyal bilimci olmam bunu daha iyi anlamamı sağladı.
İnsan insanla varoluyor. Biraraya gelerek toplumsal üretim yapıyoruz, sistemler kuruluyor, toprak işleniyor, teknoloji gelişiyor, birarada olarak çoğalıyoruz.
Edebiyat ve sanatta da böyle; bir tek kişi için kitap yazılmaz, tiyatroya yalnız gidebilirsiniz; ama tek başına bir oyun izlenir mi?
Biraya gelmek, yüzyüze görüşmektir gerçek sosyalleşme. Bilgi iletişim teknolojilerinin "son harikası" sosyal medyada sosyalleşilmiyor. Hizmet sektöründe işlerinizi kolay yapmanızı sağlıyor; ne var ki bu durum sosyal varlığınızı güçlendirmiyor. Sadece bir kullanıcı olarak yer alıyorsunuz bu "yeni dünya"da.
Ontolojik Varlık
Sanal gerçeklik ya da sosyal medya, bilgi iletişim teknolojileri üzerinden yürüdüğü söylenen "enformaktik toplumun" bireyi atomize ettiği, yani ayrıştırdığı bir düzenlemeden başka hiçbir şey getirmiyor. Kişi artık oturduğu yerden akıllı telefonu ya da bilgisayarıyla tüm dünyayla iletişim kurabilir, yüzyüze görüşmeye, yeni insanlarla tanışmasına, değişik çevreleri ya da yeni dünyaları görmesine ihtiyaç yok; çünkü sosyal medya zaten büyük bir network sağlarken, sanal gerçeklik hiç kıpırdamadan dünyanın herhangi bir yerine gitmenizi sağlıyor. Tabii ki bütün bunlar sözde; gerçekte ise sağladığı bir şey bulunmuyor; fakat neden olduğu şeylerden bahsedebiliriz.
En önemlisi insan ontolojisini tahrip ediyor olması...
Hayvan sadece kendini üretirken , insan tüm dünyayı yeniden üretir; oysa bilgi iletişim teknolojilerinin "yeni toplumu" insanı diğer insandan izole ediyor, kendi teknolojik araçlarına, akıllı telefon, internet vb. hapsediyor. İzole edilen ve yabancılaşan insan, gittikçe kendi bireysel dünyasına hapsoluyor, küçük bireysel çıkarlarıyla yaşamayı arzu eder hale geliyor. Artık toplumsal üretim adına bir şey bulamıyorsunuz.
"Yalnızlık insana çok şey öğretirmiş. Ama sen gitme ben cahil kalayım"
Nazım Hikmet Ran
Küçük Dünyalar
İngiltere'de yapılan bir araştırmada, 1 milyondan fazla insan izole biçimde yaşamakta ve evlerinde kendilerini hapsedilmiş gibi hissetmektedir. Bu durum depresyon, anksiyete (kaygı bozukluğu) ve özgüven sorunu gibi ciddi tehlikelere neden olur.
İzolasyon yalnızlaştırır ve sonuç olarak bireyin dayanma kapasitesi düşer. Bu durum altında ezilen pek çok birey bundan böyle toplumla iletişime geçemez, güveneceği birini bulamayacağını düşünür. Ve artık kendi özüne yabancılaşmaya başlamıştır.
Buraya kadar anlattığım, yeni toplum olarak adlandırılan, ancak kendi yeni kâr güdüsü dışında hayat standardımızın iyileştirilmesi adına bir yenilik getirmeyen sistemin, neden olduğu en ağır sorunlardan bir tanesi.
Gündelik hayatta hemen yakalayabileceğimiz sorun ise insanların eşleri-dostlarıyla otururken bile akıllı telefonlarını ellerinden düşürmemeleridir.
Aile buluşmaları ya da ortamlarında da aynısı geçerli; herkesin elinde telefon çok az paylaşım, sınırlı konuşma. Metroda yolculuk yapan hemen hemen herkes telefonundaki oyun, yazışmalar ya da facebook resimleriyle ilgili.... Telefonun açtığı "dünyaya" hapsolmuş, etrafında neler var, farkında bile değil.
Su Gibi Akıp Giden Hayat
Bu bahsettiğim motivasyonlardan kaynaklanan yabancılaşma ve tek başınalık yakın gelecekte çok daha büyük toplumsal sorunlara neden olabilir.
Bayramlar dedik ya... işte Şeker ve Kurban bayramımız bu türden bir yabancılaşmaya karşı direncimizi koruyan en önemli dayanaklardır.
Bayramlar bizi birbirimize yakınlaştırır. Hatırnaz özelliğimizi, misafirperver geleneğimizi yeşertir; hürmet ve sevgiyi çoğaltır. Yüzyüze bakabilmeyi, hoşsohbet olmamazı sağlar.
Çekişmeyi, kırgınlığı unutturur.
Hayat kısa; ölümle yüzleşince anlıyorsunuz. Belki çocukluğumuzdaki kadar renkli olmaz şimdiki bayramlar; ama yine de bizi birbirimize bağlar; su gibi akıp giden hayatın yalnızlaştırıcı etkisini hafifletir.
O yüzden bayramları doyasıya yaşayalım.
Bayramınız kutlu olsun!
https://twitter.com/ozgursancarr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder