28 Nisan 2016 Perşembe

"Mi Padre!" (Benim Babam) Oğlunun kaleminden Dünya'nın en ünlü Kokain Baronu



“Babam bana bir daha gidilmemesi gereken yolu gösterdi!”

Medellin kartelinin bir numarası Pablo Escobar’ın oğlu Sebastian Marroquin babasının gerçek hikâyesini kaleme aldı.


Gözleri kocaman kocaman açılarak ve derin bir iç çekişle anlatıyor babasından sonra elinde kalanları: “Babamdan bana kalan tek şey bir saat ve o ölürken üzerindeki giyecekler. Ondan geriye bende sadece bunlar var.”
Aslında bu saydıkları sadece maddi onlar. Babasından kendisine kalan asıl miras yakın geçmişin en büyük uyuşturucu Baronu’nun uluslar arası siyaseti, devletler arası ilişkileri ve beraberinden zengin-fakir,  güçlü- güçsüz pek çok insanın hayatına doğrudan nüfuz eden, her momentumu korku, şiddet ve heyecanla ilerleyen canlı bir hikayedir.
“Mi Padre” (Benim Babam) tek başına bir hikâyenin yalın anlatımı ya da şiddeti tasvir eden bir kitap değil.  Belki bundan daha fazlası… Şiddet, öfke, sadakat ve ihanet sarmalında sevginin kendine yer bulabildiği gerçeğinin, bir barış mesajı formunda iletilme kaygısı. Belki de kocaman bir özür kurban gidenlerin geride bıraktıkları için…   
Dünya uyuşturucu trafiğinin yüzde 80’ini yöneten bir Baba’nın oğul kaygısı
Nasıl bir duygu (?), tüm zamanların en ünlü, en güçlü uyuşturucu bir kaçakçısı bir Baba’nın oğlu olmak.
Bu ve bunun gibi onlarca soruya yanıt veren, tam 500 sayfadan oluşan; çok daha önemlisi daha önce Pablo Escobar hakkında yazılan kitaplardan, gerçeğin ta kendisini anlatıyor olmasıyla ayrılan bir eser “Benim Babam”.
Oğul Escobar kitabının hiçbir sayfasında babasının işlediği suçları, önü açılan yolsuzluklarını savunma kaygısıyla sayfaları bükmüyor.
Bir mimar ve endüstriyel tasarımcı olan Sebastian Marroquin, 7 yaşındayken babasının tam olarak ne yaptığını ve ailesinin ülkesi Kolombiya’daki pozisyonunu idrak etmeye başladı: “1984 yazında Adalet Bakanı Rodrigo Lara Bonilla’nın ölümüyle daha kolay anlamaya başlamıştım tanıdığımı düşündüğüm babamın dünyasında neler olduğunu. Suçlamalarla birlikte algım netleşmeye başladı.”
Buna rağmen doğum günleri geçiyordu, çikolata ve kurabiye dolu oyuncukların hediye edildiği, tomarla paraların saçıldığı. Yaşadığı çiftlik filler dahil olmak üzere, dünyanın değişik yerlerinden getirilmiş egzotik hayvanlardan oluşan bir zooloji parkına sahipti.  Son model araba ve motosikletler, oyun parkları ve bahçeler… Bir koruma ordusu nezaretinde adeta bir kantonu andırıyordu: “Bütün bunlar benim için son derece normaldi. Tıpkı suyun balıklar için normal olması gibi. Babam bir şeyi bana ısrarla vurguladı; sanki uyuşturucu kullanma demek istiyordu, beni son derece fakir insanları görmek için Kolombiya’nın marjinal mahallelerine götürürken. Aslında o devletle uğraşmak zorunda olduğu için o mahallelerle ilgileniyordu. İnsanları yardım ediyordu. Bunu onu temize çıkarmak adına söylemiyorum. Basitçe söylemek gerekirse bu onun kötülük karşısındaki iyi tarafını gösteriyor.” 
 Frank Sinatra ağın parçası
Pablo Emilio Escobar Gaviria,  kısaca "El Patrón” (patron) olarak isimlendirilir. 2 Aralık 1993’te yakalama gerekçesiyle kurulan bir pusu sonrasında öldü: “Onu öldürmediler. Zaten o yakalanmadan önce intihar etmişti. Yakalanan benim amcam Roberto’ydu.”
Kitap yayımlanıp, “best seller” raflarında yerini aldıktan sonra “neden bu kadar polemiği beraberinde getirdi” sorusuna verilecek ilk cevaplardan bir tanesi işte bu intihar anekdotu. Fakat polemiğe kapı aralayan notlar sadece bununla sınırlı değil. Marroquin, dünyaca ünlü Amerika Birleşik Devletli şarkıcı  Frank Sinatra’nın babasının kokain ağı içerisinde önemli kontaklarından bir tanesi olduğunu, hatta ABD’deki dağıtım işini Sinatra’nın üstlendiğini yazıyor. Yıllar boyunca eski Kolombiya başkanı Álvaro Uribe’nin o dönem Sivil Havacılık direktörü olarak kokain yüklü uçakların dolaşımını kolaylaştırmadığı da öne sürüldü: “Bunlar teori değil. Mutlak gerçeklerdir. Ne ben ne de kitabın editörleri bu konuda gayri ciddi yaklaşımlar içerisinde olamazdık. Kitabımın içindekiler benim yaşadıklarım. Benim görüp, bulduklarımdır.”
Yakalanmadan intihar etti!
Marroquin, intihar itirafını temellendirmek adına olsa gerekir, babasıyla yaptığı konuşmalardan bahsediyor: “Babab bana pek çok kez, ‘Yakalanacağıma intihar etmeyi tercih ederim’ dedi.  Vücudunun belli bir bölümünden kan boşalmıştı. Bu demek oluyor ki o intihar etti.  Babamın ailesi ile 20 yıldan bu yana iletişimim bulunmuyor. Beni ilgilendirmiyor. Babam hayattayken onların birer hain olduğunu biliyordu. Hatta amcam Roberto DEA (Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi)’ne haber uçururdu. Tabii ki Uribe’nin yaptıkları. Ben Pablo Escobar’ın savunucu değilim. Sadece gerçeklere sadık kalıyorum.  Olayların arka planını inceledim ve babamla birlikte Medellín havalimanında kimler uyuşturucu trafiğine karıştı bunu araştırdım. Uribe göreve geldiğinde kontroller arttırıldı.  Uyuşturucu ticareti zor hale geldi. Fakat sonunda babam her şeyi bir kez daha kolay hale getirdi. Polise rüşvet verdi. Pek çok şey görünmez hale geldi.  Sorunlara adeta ‘elveda’  dedi. 
Halefi olamazdım. Artık ben Juan Sebastián Marroquín Santos’um
Juan Pablo Escobar, babasının ölümünden sonra onu halefi olmayı reddetti. Tabii babasının suçlu arkadaşlarına olan borçlarını da ödemeyi reddetti. Annesi ve kız kardeşini alarak Kolombiya’nın dışına çıktı. Hala sahip olduğu başka bir kimliğe büründü. O artık Escobar’ın oğlu Juan Pablo Escobar değil, Juan Sebastián Marroquín Santos olmuştu.
Onu kitap yazma fikrine götüren temel dinamik ise babasının kurbanlarından özür dileme isteğiydi.  Escobar Henao isimli bir giyim markası oluşturdu. İnternet üzerinden satışlarını yapıyor. T-shirt’ler bir uyuşturucu baronunun imajını tasvir eden figürlere sahipken, bunların ötesinde barış mesajı veriyor: “Bunlar gençlerin onun hikayesini tekrar etmemeleri için. Özür beyan etmiyoruz. Kolombiya’da uyuşturucu satışı yasaklandı. Bu iyi bir şey.  Çünkü insanların acısı üzerinden pirim yapmak ithamıyla beni suçlamalarını istemiyorum.”
Bir gün tüm Kolombiyalılar Bolívar’ın büyük Kolombiyası’na dönmeli
Pekii Marroquín, bu yalın gerçeğe ve kitabın yayımlanmasından sonra ortaya çıkan tartışmalara rağmen bir gün Kolombiya’ya dönmek istiyor mu? “Kolombiya’ya dönmek… Böyle bir gündeme sahip değilim. Kolombiya, Latin Amerika’nın en zengin toprakları. Ben sadece şunu temenni edebilirim. Bir gün mutlaka, değişik sebeplerle ülke dışında yaşamak zorunda kalan tüm Kolombiyalılar tekrardan ana vatanlarına dönsünler.”
Vatan sevgisini vurgulayan bu sözleri, aslında onu tanımak için araştırma yapanlar adına şaşırtıcı olmamalı. Babası Pablo Escobar’ın himayesinde bilinçlenmeye başladığı dönemlerde Marroquín, “Büyük Kolombiya” projesinin sahibi, Latin Amerika’nın bağımsızlıkçı liderlerinden Simón Bolívar’ın kılıçlı fotoğrafını yanından hiç ayırmıyordu. 
Hayatın bütün çatışmalarını yaşıyor olmasına karşın oğul Escobar, babasının ailesine duyduğu sarsılmaz sevgi ve bağlılığı hep ön plana çıkartıyor: “Babamın unutamadığım sözlerinden birisi de bize duyduğu sevgiyi anlatanıydı. ‘Siz kaybettiğiniz her şeyin yerine yenisini koyabilirsiniz. Ama eşiniz ve çocuklarınınız yerini dolduramazsınız’ derdi.”
Pablo Escobar’ın, kızıyla sadece bir gece geçirebilmek için gözünü kırpmadan 1 milyon doları feda ettiğinden bahsediliyor.

ESCOBAR’IN KOLOMBİYASI

 Denetlenemeyen kayıt dışı para trafiği
Güney Amerika ülkelerinin özgür birer ulus olma yolundaki bağımsızlıkçı mücadelesinin ateşini yakan Simón Bolívar’ın ülkesi Kolombiya, doğal kaynakları, tabiatı ve kültürel çeşitliliği açısından dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alıyor. Ancak ülkedeki iç savaş yarım asırdan fazla süredir devam ediyor. Yalnızca 1948-1958 arasında 300 bin Kolombiyalının öldürüldüğü kayıtlara geçmiştir. Kuzey Amerika’ya geçiş kapısı niteliğindeki konumu ülkeyi Karayipler ile Atlantik ve Pasifik’in egemenliği konusunda kilit bir nokta haline getirmiştir. Bu nedenle ABD’nin Kolombiya’daki siyasete nüfuz ettiği, toplumsal dinamikleri kontrol etmek adına yarım asırlık iç savaşta da belirleyici olduğu gerçeği, dünyanın en büyük Kokain Baronu olarak kabul edilen Pablo Escobar’ın hikayesinde de kendisini göstermektedir. İşin temelinde ise denetlenemeyen kayıt dışı para hareketi vardı. 
Pek çok stratejiste göre 1993’teki Pablo Escobar operasyonu ABD’nin uyuşturucu trafiğini dizayn etme yönündeki ilk büyük adımı olarak görülüyor.
Uyuşturucu Baronu ve halk kahramanı
Escobar, 1970’li yıllarda Medellin Karteli’nin temelini attı.  Ve 1980’lere gelindiğinde dünyanın her yerine kokain taşıyabilecek bir ağa sahip oldu. Artık o dünyanın en zengin 10 adamından bir tanesiydi.  Dünya uyuşturucu trafiğinin yüzde 80’ini yönetiyordu ve Kolombiya devletinin en güçlüsüydü.  Devletin içerisinde önemli bir mekanizmayı kontrolü altına almıştı.  Fakat önemli bir kısmıyla da ihtilaf halindeydi.  Escobar, halkın devlete olan tepkisini, ihtilaf içerisinde olduğu güçlere karşı kanalize etmeyi başarmış. Böylece halkın gözünde bir “Kurtarıcı” imajı oluşturularak, muhalefetin yozlaşmış bir biçimini sergilemeye başlamıştı.
Escobar’ın Medellin karteli 10 bin tane silahlı adama sahipti.  Kolombiya devletinin terk ettiği yoksullara ev, okul, futbol sahası ve gıda sağlayarak halk nezninde meşruiyet kazanmış ve gücünü korumuştu. Onun hayatın anlatan ve bu sıralarda çok izlenen bir dizi olan “Narcos”, Escobar gerçeğini böyle bir kesitle anlatma gayreti gösteriyor.
Kolombiya Escobar’a değil; Escobar Kolombiya devletine sahip
1988’de Escobar ile devlet arasındaki çatışma üst seviyeye ulaştı. Escobar, onlarca baskından kurtuldu. Binlerce askerin kuşatmasını yarıp çıkmayı başardı. Ancak Kolombiya devleti bir diğer karteli onun üzerine sürdü. Cali Karteli ile yaşanan çatışmalarda bin yıldan kısa bir süre içerisinde iki bin kişi öldü. ABD, Escobar’ı ele geçirmesi için Kolombiya devletine baskı yaptı; hatta destek verdi.  Dönemin ABD hükümeti, Panama’da Noriega’ya yapıldığı gibi Escobar’ı kendi mahkemelerinde yargılamak istiyordu. Escobar bu planı bozmak için seçimlere katıldı. Halk desteğiyle Parlemento’ya girdi, fakat temsilciliği düşürüldü. Yine de Kolombiya yurttaşlarına yabancı ülkelere iade edilmeye engelleyen bir yasayı Meclis’ten çıkarmayı başardı ve kesinleşmiş cezasını yatmak için teslim oldu. 
Escobar gibi birinin cezaevinde devlet kontrolüne tabi tutulması mümkün değildi.  İçerideki güvenliği ve konforu basında sıklıkla konu edinildi. “Kolombiya devleti Escobar’a sahip değil. Escobar Kolombiya devletine sahip” deniyordu. ABD’ye teslim edilmek üzere hapishaneye baskın yapıldı; ancak Escobar kaçtı.   
Sonrasında Kolombiya Ordusu, başta ABD’nin desteğini alarak, İngiliz askeri danışmanlar ve Fransız istihbaratının teknik takip desteğiyle Medellin’i bir tümenle kuşattı.  Pablo Escobar 2 Aralık 1993’te öldürüldü.  Böylece uyuşturucu trafiğinin denetimi mutlak biçimde el değiştirdi.
Türkçeye “Kayıp Cennet” olarak çevrilen filmde de anlatıldığı gibi, kurduğu Kokain İmparatorluğu onu tarihteki en büyük suçlulardan bir tanesi haline dönüştürürken, ortaya koyduğu Robin Hood benzeri “halk kahramanı” imajı nedeniyle, binlerce kişinin ölümünden sorumlu olmasına karşın, politik bir kariyere sahip olmuştu.  




Aslında bu saydıkları sadece maddi olanlar. Babasından kendisine kalan asıl miras yakın geçmişin en büyük uyuşturucu Baronu’nun uluslar arası siyaseti, devletler arası ilişkileri ve beraberinden zengin-fakir,  güçlü- güçsüz pek çok insanın hayatına doğrudan nüfuz eden, her momentumu korku, şiddet ve heyecanla ilerleyen canlı bir hikayedir.

“Mi Padre” (Benim Babam) tek başına bir hikâyenin yalın anlatımı ya da şiddeti tasvir eden bir kitap değil.  Belki bundan daha fazlası… Şiddet, öfke, sadakat ve ihanet sarmalında sevginin kendine yer bulabildiği gerçeğinin, bir barış mesajı formunda iletilme kaygısı. Belki de kocaman bir özür kurban gidenlerin geride bıraktıkları için…   

Dünya uyuşturucu trafiğinin yüzde 80’ini yöneten bir Baba’nın oğul kaygısı

Nasıl bir duygu (?), tüm zamanların en ünlü, en güçlü uyuşturucu bir kaçakçısı bir Baba’nın oğlu olmak.
Bu ve bunun gibi onlarca soruya yanıt veren, tam 500 sayfadan oluşan; çok daha önemlisi daha önce Pablo Escobar hakkında yazılan kitaplardan, gerçeğin ta kendisini anlatıyor olmasıyla ayrılan bir eser “Benim Babam”.

Oğul Escobar kitabının hiçbir sayfasında babasının işlediği suçları, önü açılan yolsuzluklarını savunma kaygısıyla sayfaları bükmüyor.
Bir mimar ve endüstriyel tasarımcı olan Sebastian Marroquin, 7 yaşındayken babasının tam olarak ne yaptığını ve ailesinin ülkesi Kolombiya’daki pozisyonunu idrak etmeye başladı: “1984 yazında Adalet Bakanı 

Rodrigo Lara Bonilla’nın ölümüyle daha kolay anlamaya başlamıştım tanıdığımı düşündüğüm babamın dünyasında neler olduğunu. Suçlamalarla birlikte algım netleşmeye başladı.”
Buna rağmen doğum günleri geçiyordu, çikolata ve kurabiye dolu oyuncukların hediye edildiği, tomarla paraların saçıldığı. Yaşadığı çiftlik filler dahil olmak üzere, dünyanın değişik yerlerinden getirilmiş egzotik hayvanlardan oluşan bir zooloji parkına sahipti.  Son model araba ve motosikletler, oyun parkları ve bahçeler… Bir koruma ordusu nezaretinde adeta bir kantonu andırıyordu: “Bütün bunlar benim için son derece normaldi. Tıpkı suyun balıklar için normal olması gibi. Babam bir şeyi bana ısrarla vurguladı; sanki uyuşturucu kullanma demek istiyordu, beni son derece fakir insanları görmek için Kolombiya’nın marjinal mahallelerine götürürken. Aslında o devletle uğraşmak zorunda olduğu için o mahallelerle ilgileniyordu. İnsanları yardım ediyordu. Bunu onu temize çıkarmak adına söylemiyorum. Basitçe söylemek gerekirse bu onun kötülük karşısındaki iyi tarafını gösteriyor.” 

Frank Sinatra ağın parçası

Pablo Emilio Escobar Gaviria,  kısaca "El Patrón” (patron) olarak isimlendirilir. 2 Aralık 1993’te yakalama gerekçesiyle kurulan bir pusu sonrasında öldü: “Onu öldürmediler. Zaten o yakalanmadan önce intihar etmişti. Yakalanan benim amcam Roberto’ydu.”
Kitap yayımlanıp, “best seller” raflarında yerini aldıktan sonra “neden bu kadar polemiği beraberinde getirdi” sorusuna verilecek ilk cevaplardan bir tanesi işte bu intihar anekdotu. Fakat polemiğe kapı aralayan notlar sadece bununla sınırlı değil. Marroquin, dünyaca ünlü Amerika Birleşik Devletli şarkıcı  Frank Sinatra’nın babasının kokain ağı içerisinde önemli kontaklarından bir tanesi olduğunu, hatta ABD’deki dağıtım işini Sinatra’nın üstlendiğini yazıyor. Yıllar boyunca eski Kolombiya başkanı Álvaro Uribe’nin o dönem Sivil Havacılık direktörü olarak kokain yüklü uçakların dolaşımını kolaylaştırmadığı da öne sürüldü: “Bunlar teori değil. Mutlak gerçeklerdir. Ne ben ne de kitabın editörleri bu konuda gayri ciddi yaklaşımlar içerisinde olamazdık. Kitabımın içindekiler benim yaşadıklarım. Benim görüp, bulduklarımdır.”





Yakalanmadan intihar etti!

Marroquin, intihar itirafını temellendirmek adına olsa gerekir, babasıyla yaptığı konuşmalardan bahsediyor: “Babab bana pek çok kez, ‘Yakalanacağıma intihar etmeyi tercih ederim’ dedi.  Vücudunun belli bir bölümünden kan boşalmıştı. Bu demek oluyor ki o intihar etti.  Babamın ailesi ile 20 yıldan bu yana iletişimim bulunmuyor. Beni ilgilendirmiyor. Babam hayattayken onların birer hain olduğunu biliyordu. Hatta amcam Roberto DEA (Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi)’ne haber uçururdu. Tabii ki Uribe’nin yaptıkları. Ben Pablo Escobar’ın savunucu değilim. Sadece gerçeklere sadık kalıyorum.  Olayların arka planını inceledim ve babamla birlikte Medellín havalimanında kimler uyuşturucu trafiğine karıştı bunu araştırdım. Uribe göreve geldiğinde kontroller arttırıldı.  Uyuşturucu ticareti zor hale geldi. Fakat sonunda babam her şeyi bir kez daha kolay hale getirdi. Polise rüşvet verdi. Pek çok şey görünmez hale geldi.  Sorunlara adeta ‘elveda’  dedi. 

Halefi olamazdım. Artık ben Juan Sebastián Marroquín Santos’um

Juan Pablo Escobar, babasının ölümünden sonra onu halefi olmayı reddetti. Tabii babasının suçlu arkadaşlarına olan borçlarını da ödemeyi reddetti. Annesi ve kız kardeşini alarak Kolombiya’nın dışına çıktı. Hala sahip olduğu başka bir kimliğe büründü. O artık Escobar’ın oğlu Juan Pablo Escobar değil, Juan Sebastián Marroquín Santos olmuştu.
Onu kitap yazma fikrine götüren temel dinamik ise babasının kurbanlarından özür dileme isteğiydi.  

Escobar Henao isimli bir giyim markası oluşturdu. İnternet üzerinden satışlarını yapıyor. T-shirt’ler bir uyuşturucu baronunun imajını tasvir eden figürlere sahipken, bunların ötesinde barış mesajı veriyor: “Bunlar gençlerin onun hikayesini tekrar etmemeleri için. Özür beyan etmiyoruz. Kolombiya’da uyuşturucu satışı yasaklandı. Bu iyi bir şey.  Çünkü insanların acısı üzerinden pirim yapmak ithamıyla beni suçlamalarını istemiyorum.”

Bir gün tüm Kolombiyalılar Bolívar’ın büyük Kolombiyası’na dönmeli

Pekii Marroquín, bu yalın gerçeğe ve kitabın yayımlanmasından sonra ortaya çıkan tartışmalara rağmen bir gün Kolombiya’ya dönmek istiyor mu? “Kolombiya’ya dönmek… Böyle bir gündeme sahip değilim. 

Kolombiya, Latin Amerika’nın en zengin toprakları. Ben sadece şunu temenni edebilirim. Bir gün mutlaka, değişik sebeplerle ülke dışında yaşamak zorunda kalan tüm Kolombiyalılar tekrardan ana vatanlarına dönsünler.”

Vatan sevgisini vurgulayan bu sözleri, aslında onu tanımak için araştırma yapanlar adına şaşırtıcı olmamalı. Babası Pablo Escobar’ın himayesinde bilinçlenmeye başladığı dönemlerde Marroquín, “Büyük Kolombiya” projesinin sahibi, Latin Amerika’nın bağımsızlıkçı liderlerinden Simón Bolívar’ın kılıçlı fotoğrafını yanından hiç ayırmıyordu. 

Hayatın bütün çatışmalarını yaşıyor olmasına karşın oğul Escobar, babasının ailesine duyduğu sarsılmaz sevgi ve bağlılığı hep ön plana çıkartıyor: “Babamın unutamadığım sözlerinden birisi de bize duyduğu sevgiyi anlatanıydı. ‘Siz kaybettiğiniz her şeyin yerine yenisini koyabilirsiniz. Ama eşiniz ve çocuklarınınız yerini dolduramazsınız’ derdi.”

Pablo Escobar’ın, kızıyla sadece bir gece geçirebilmek için gözünü kırpmadan 1 milyon doları feda ettiğinden bahsediliyor.






ESCOBAR’IN KOLOMBİYASI

 Denetlenemeyen kayıt dışı para trafiği

Güney Amerika ülkelerinin özgür birer ulus olma yolundaki bağımsızlıkçı mücadelesinin ateşini yakan Simón Bolívar’ın ülkesi Kolombiya, doğal kaynakları, tabiatı ve kültürel çeşitliliği açısından dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alıyor. Ancak ülkedeki iç savaş yarım asırdan fazla süredir devam ediyor. Yalnızca 1948-1958 arasında 300 bin Kolombiyalının öldürüldüğü kayıtlara geçmiştir. Kuzey Amerika’ya geçiş kapısı niteliğindeki konumu ülkeyi Karayipler ile Atlantik ve Pasifik’in egemenliği konusunda kilit bir nokta haline getirmiştir. Bu nedenle ABD’nin Kolombiya’daki siyasete nüfuz ettiği, toplumsal dinamikleri kontrol etmek adına yarım asırlık iç savaşta da belirleyici olduğu gerçeği, dünyanın en büyük Kokain Baronu olarak kabul edilen Pablo Escobar’ın hikayesinde de kendisini göstermektedir. İşin temelinde ise denetlenemeyen kayıt dışı para hareketi vardı. 

Pek çok stratejiste göre 1993’teki Pablo Escobar operasyonu ABD’nin uyuşturucu trafiğini dizayn etme yönündeki ilk büyük adımı olarak görülüyor.

Uyuşturucu Baronu ve halk kahramanı

Escobar, 1970’li yıllarda Medellin Karteli’nin temelini attı.  Ve 1980’lere gelindiğinde dünyanın her yerine kokain taşıyabilecek bir ağa sahip oldu. Artık o dünyanın en zengin 10 adamından bir tanesiydi.  Dünya uyuşturucu trafiğinin yüzde 80’ini yönetiyordu ve Kolombiya devletinin en güçlüsüydü.  Devletin içerisinde önemli bir mekanizmayı kontrolü altına almıştı.  Fakat önemli bir kısmıyla da ihtilaf halindeydi.  Escobar, halkın devlete olan tepkisini, ihtilaf içerisinde olduğu güçlere karşı kanalize etmeyi başarmış. Böylece halkın gözünde bir “Kurtarıcı” imajı oluşturularak, muhalefetin yozlaşmış bir biçimini sergilemeye başlamıştı.

Escobar’ın Medellin karteli 10 bin tane silahlı adama sahipti.  Kolombiya devletinin terk ettiği yoksullara ev, okul, futbol sahası ve gıda sağlayarak halk nezninde meşruiyet kazanmış ve gücünü korumuştu. Onun hayatın anlatan ve bu sıralarda çok izlenen bir dizi olan “Narcos”, Escobar gerçeğini böyle bir kesitle anlatma gayreti gösteriyor.

Kolombiya Escobar’a değil; Escobar Kolombiya devletine sahip

1988’de Escobar ile devlet arasındaki çatışma üst seviyeye ulaştı. Escobar, onlarca baskından kurtuldu. Binlerce askerin kuşatmasını yarıp çıkmayı başardı. Ancak Kolombiya devleti bir diğer karteli onun üzerine sürdü. Cali Karteli ile yaşanan çatışmalarda bin yıldan kısa bir süre içerisinde iki bin kişi öldü. ABD, Escobar’ı ele geçirmesi için Kolombiya devletine baskı yaptı; hatta destek verdi.  Dönemin ABD hükümeti, Panama’da Noriega’ya yapıldığı gibi Escobar’ı kendi mahkemelerinde yargılamak istiyordu. Escobar bu planı bozmak için seçimlere katıldı. Halk desteğiyle Parlemento’ya girdi, fakat temsilciliği düşürüldü. Yine de Kolombiya yurttaşlarına yabancı ülkelere iade edilmeye engelleyen bir yasayı Meclis’ten çıkarmayı başardı ve kesinleşmiş cezasını yatmak için teslim oldu. 







Escobar gibi birinin cezaevinde devlet kontrolüne tabi tutulması mümkün değildi.  İçerideki güvenliği ve konforu basında sıklıkla konu edinildi. “Kolombiya devleti Escobar’a sahip değil. Escobar Kolombiya devletine sahip” deniyordu. ABD’ye teslim edilmek üzere hapishaneye baskın yapıldı; ancak Escobar kaçtı.   

Sonrasında Kolombiya Ordusu, başta ABD’nin desteğini alarak, İngiliz askeri danışmanlar ve Fransız istihbaratının teknik takip desteğiyle Medellin’i bir tümenle kuşattı.  Pablo Escobar 2 Aralık 1993’te öldürüldü.  Böylece uyuşturucu trafiğinin denetimi mutlak biçimde el değiştirdi.

Türkçeye “Kayıp Cennet” olarak çevrilen filmde de anlatıldığı gibi, kurduğu Kokain İmparatorluğu onu tarihteki en büyük suçlulardan bir tanesi haline dönüştürürken, ortaya koyduğu Robin Hood benzeri “halk kahramanı” imajı nedeniyle, binlerce kişinin ölümünden sorumlu olmasına karşın, politik bir kariyere sahip olmuştu.  

https://www.linkedin.com/in/%C3%B6zg%C3%BCr-sancar-6b99b318?trk=hp-identity-name://www.linkedin.com/in/özgür-sancar-6b99b318?trk=hp-identity-name
https://twitter.com/mozgursancar



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder