“Babam
bana bir daha gidilmemesi gereken yolu gösterdi!”
Medellin kartelinin bir numarası Pablo Escobar’ın oğlu Sebastian
Marroquin babasının gerçek hikâyesini kaleme aldı.
Gözleri kocaman kocaman açılarak ve derin bir iç çekişle anlatıyor
babasından sonra elinde kalanları: “Babamdan bana kalan tek şey bir saat ve o
ölürken üzerindeki giyecekler. Ondan geriye bende sadece bunlar var.”
Aslında bu saydıkları sadece maddi onlar. Babasından kendisine kalan
asıl miras yakın geçmişin en büyük uyuşturucu Baronu’nun uluslar arası
siyaseti, devletler arası ilişkileri ve beraberinden zengin-fakir, güçlü-
güçsüz pek çok insanın hayatına doğrudan nüfuz eden, her momentumu korku,
şiddet ve heyecanla ilerleyen canlı bir hikayedir.
“Mi Padre” (Benim Babam) tek başına bir hikâyenin yalın anlatımı
ya da şiddeti tasvir eden bir kitap değil. Belki bundan daha fazlası…
Şiddet, öfke, sadakat ve ihanet sarmalında sevginin kendine yer bulabildiği
gerçeğinin, bir barış mesajı formunda iletilme kaygısı. Belki de kocaman bir
özür kurban gidenlerin geride bıraktıkları için…
Dünya
uyuşturucu trafiğinin yüzde 80’ini yöneten bir Baba’nın oğul kaygısı
Nasıl bir duygu (?), tüm zamanların en ünlü, en güçlü uyuşturucu
bir kaçakçısı bir Baba’nın oğlu olmak.
Bu ve bunun gibi onlarca soruya yanıt veren, tam 500 sayfadan
oluşan; çok daha önemlisi daha önce Pablo Escobar hakkında yazılan kitaplardan,
gerçeğin ta kendisini anlatıyor olmasıyla ayrılan bir eser “Benim Babam”.
Oğul Escobar kitabının hiçbir sayfasında babasının işlediği
suçları, önü açılan yolsuzluklarını savunma kaygısıyla sayfaları bükmüyor.
Bir mimar ve endüstriyel tasarımcı olan Sebastian Marroquin, 7
yaşındayken babasının tam olarak ne yaptığını ve ailesinin ülkesi Kolombiya’daki
pozisyonunu idrak etmeye başladı: “1984 yazında Adalet Bakanı Rodrigo Lara
Bonilla’nın ölümüyle daha kolay anlamaya başlamıştım tanıdığımı düşündüğüm
babamın dünyasında neler olduğunu. Suçlamalarla birlikte algım netleşmeye
başladı.”
Buna rağmen doğum günleri geçiyordu, çikolata ve kurabiye dolu
oyuncukların hediye edildiği, tomarla paraların saçıldığı. Yaşadığı çiftlik
filler dahil olmak üzere, dünyanın değişik yerlerinden getirilmiş egzotik
hayvanlardan oluşan bir zooloji parkına sahipti. Son model araba ve
motosikletler, oyun parkları ve bahçeler… Bir koruma ordusu nezaretinde adeta
bir kantonu andırıyordu: “Bütün bunlar benim için son derece normaldi. Tıpkı
suyun balıklar için normal olması gibi. Babam bir şeyi bana ısrarla vurguladı;
sanki uyuşturucu kullanma demek istiyordu, beni son derece fakir insanları
görmek için Kolombiya’nın marjinal mahallelerine götürürken. Aslında o devletle
uğraşmak zorunda olduğu için o mahallelerle ilgileniyordu. İnsanları yardım
ediyordu. Bunu onu temize çıkarmak adına söylemiyorum. Basitçe söylemek
gerekirse bu onun kötülük karşısındaki iyi tarafını gösteriyor.”
Frank Sinatra ağın parçası
Pablo Emilio Escobar Gaviria, kısaca "El Patrón”
(patron) olarak isimlendirilir. 2 Aralık 1993’te yakalama gerekçesiyle kurulan
bir pusu sonrasında öldü: “Onu öldürmediler. Zaten o yakalanmadan önce intihar
etmişti. Yakalanan benim amcam Roberto’ydu.”
Kitap yayımlanıp, “best seller” raflarında yerini aldıktan
sonra “neden bu kadar polemiği beraberinde getirdi” sorusuna verilecek ilk
cevaplardan bir tanesi işte bu intihar anekdotu. Fakat polemiğe kapı aralayan
notlar sadece bununla sınırlı değil. Marroquin, dünyaca ünlü Amerika Birleşik
Devletli şarkıcı Frank Sinatra’nın babasının kokain ağı içerisinde önemli
kontaklarından bir tanesi olduğunu, hatta ABD’deki dağıtım işini Sinatra’nın
üstlendiğini yazıyor. Yıllar boyunca eski Kolombiya başkanı Álvaro Uribe’nin o dönem Sivil Havacılık direktörü olarak
kokain yüklü uçakların dolaşımını kolaylaştırmadığı da öne sürüldü: “Bunlar
teori değil. Mutlak gerçeklerdir. Ne ben ne de kitabın editörleri bu konuda
gayri ciddi yaklaşımlar içerisinde olamazdık. Kitabımın içindekiler benim
yaşadıklarım. Benim görüp, bulduklarımdır.”
Yakalanmadan intihar
etti!
Marroquin,
intihar itirafını temellendirmek adına olsa gerekir, babasıyla yaptığı
konuşmalardan bahsediyor: “Babab bana pek çok kez, ‘Yakalanacağıma intihar
etmeyi tercih ederim’ dedi. Vücudunun belli bir bölümünden kan
boşalmıştı. Bu demek oluyor ki o intihar etti. Babamın ailesi ile 20
yıldan bu yana iletişimim bulunmuyor. Beni ilgilendirmiyor. Babam hayattayken
onların birer hain olduğunu biliyordu. Hatta amcam Roberto DEA (Uyuşturucu ile Mücadele
Dairesi)’ne haber uçururdu. Tabii ki Uribe’nin yaptıkları. Ben Pablo Escobar’ın
savunucu değilim. Sadece gerçeklere sadık kalıyorum. Olayların arka
planını inceledim ve babamla birlikte Medellín havalimanında kimler uyuşturucu
trafiğine karıştı bunu araştırdım. Uribe göreve geldiğinde kontroller arttırıldı.
Uyuşturucu ticareti zor hale geldi. Fakat sonunda babam her şeyi bir kez daha
kolay hale getirdi. Polise rüşvet verdi. Pek çok şey görünmez hale geldi.
Sorunlara adeta ‘elveda’ dedi.
Halefi olamazdım.
Artık ben Juan
Sebastián Marroquín Santos’um
Juan
Pablo Escobar, babasının ölümünden sonra onu halefi olmayı reddetti. Tabii
babasının suçlu arkadaşlarına olan borçlarını da ödemeyi reddetti. Annesi ve
kız kardeşini alarak Kolombiya’nın dışına çıktı. Hala sahip olduğu başka bir
kimliğe büründü. O artık Escobar’ın oğlu Juan Pablo Escobar değil, Juan Sebastián Marroquín Santos
olmuştu.
Onu kitap yazma fikrine götüren temel dinamik ise babasının
kurbanlarından özür dileme isteğiydi. Escobar Henao isimli bir giyim
markası oluşturdu. İnternet üzerinden satışlarını yapıyor. T-shirt’ler bir
uyuşturucu baronunun imajını tasvir eden figürlere sahipken, bunların ötesinde
barış mesajı veriyor: “Bunlar gençlerin onun hikayesini tekrar etmemeleri için.
Özür beyan etmiyoruz. Kolombiya’da uyuşturucu satışı yasaklandı. Bu iyi bir
şey. Çünkü insanların acısı üzerinden pirim yapmak ithamıyla beni
suçlamalarını istemiyorum.”
Bir
gün tüm Kolombiyalılar Bolívar’ın büyük Kolombiyası’na dönmeli
Pekii Marroquín, bu yalın gerçeğe ve kitabın yayımlanmasından
sonra ortaya çıkan tartışmalara rağmen bir gün Kolombiya’ya dönmek istiyor mu?
“Kolombiya’ya dönmek… Böyle bir gündeme sahip değilim. Kolombiya, Latin
Amerika’nın en zengin toprakları. Ben sadece şunu temenni edebilirim. Bir gün
mutlaka, değişik sebeplerle ülke dışında yaşamak zorunda kalan tüm
Kolombiyalılar tekrardan ana vatanlarına dönsünler.”
Vatan sevgisini vurgulayan bu sözleri, aslında onu tanımak
için araştırma yapanlar adına şaşırtıcı olmamalı. Babası Pablo Escobar’ın
himayesinde bilinçlenmeye başladığı dönemlerde Marroquín, “Büyük Kolombiya”
projesinin sahibi, Latin Amerika’nın bağımsızlıkçı liderlerinden Simón
Bolívar’ın kılıçlı fotoğrafını yanından hiç ayırmıyordu.
Hayatın bütün çatışmalarını yaşıyor olmasına karşın oğul
Escobar, babasının ailesine duyduğu sarsılmaz sevgi ve bağlılığı hep ön plana
çıkartıyor: “Babamın unutamadığım sözlerinden birisi de bize duyduğu sevgiyi
anlatanıydı. ‘Siz kaybettiğiniz her şeyin yerine yenisini koyabilirsiniz. Ama
eşiniz ve çocuklarınınız yerini dolduramazsınız’ derdi.”
Pablo
Escobar’ın, kızıyla sadece bir gece geçirebilmek için gözünü kırpmadan 1 milyon
doları feda ettiğinden bahsediliyor.
ESCOBAR’IN
KOLOMBİYASI
Denetlenemeyen kayıt dışı para trafiği
Güney
Amerika ülkelerinin özgür birer ulus olma yolundaki bağımsızlıkçı mücadelesinin
ateşini yakan Simón
Bolívar’ın ülkesi Kolombiya, doğal kaynakları, tabiatı ve kültürel çeşitliliği
açısından dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alıyor. Ancak ülkedeki iç
savaş yarım asırdan fazla süredir devam ediyor. Yalnızca 1948-1958 arasında 300
bin Kolombiyalının öldürüldüğü kayıtlara geçmiştir. Kuzey Amerika’ya geçiş
kapısı niteliğindeki konumu ülkeyi Karayipler ile Atlantik ve Pasifik’in
egemenliği konusunda kilit bir nokta haline getirmiştir. Bu nedenle ABD’nin
Kolombiya’daki siyasete nüfuz ettiği, toplumsal dinamikleri kontrol etmek adına
yarım asırlık iç savaşta da belirleyici olduğu gerçeği, dünyanın en büyük
Kokain Baronu olarak kabul edilen Pablo Escobar’ın hikayesinde de kendisini
göstermektedir. İşin temelinde ise denetlenemeyen kayıt dışı para hareketi
vardı.
Pek çok stratejiste göre 1993’teki Pablo Escobar operasyonu
ABD’nin uyuşturucu trafiğini dizayn etme yönündeki ilk büyük adımı olarak
görülüyor.
Uyuşturucu
Baronu ve halk kahramanı
Escobar, 1970’li yıllarda Medellin Karteli’nin temelini
attı. Ve 1980’lere gelindiğinde dünyanın her yerine kokain taşıyabilecek
bir ağa sahip oldu. Artık o dünyanın en zengin 10 adamından bir
tanesiydi. Dünya uyuşturucu trafiğinin yüzde 80’ini yönetiyordu ve Kolombiya
devletinin en güçlüsüydü. Devletin içerisinde önemli bir mekanizmayı
kontrolü altına almıştı. Fakat önemli bir kısmıyla da ihtilaf
halindeydi. Escobar, halkın devlete olan tepkisini, ihtilaf içerisinde
olduğu güçlere karşı kanalize etmeyi başarmış. Böylece halkın gözünde bir
“Kurtarıcı” imajı oluşturularak, muhalefetin yozlaşmış bir biçimini sergilemeye
başlamıştı.
Escobar’ın Medellin karteli 10 bin tane silahlı adama
sahipti. Kolombiya devletinin terk ettiği yoksullara ev, okul, futbol
sahası ve gıda sağlayarak halk nezninde meşruiyet kazanmış ve gücünü
korumuştu. Onun hayatın anlatan ve bu sıralarda çok izlenen bir dizi olan “Narcos”,
Escobar gerçeğini böyle bir kesitle anlatma gayreti gösteriyor.
Kolombiya
Escobar’a değil; Escobar Kolombiya devletine sahip
1988’de Escobar ile devlet arasındaki çatışma üst seviyeye
ulaştı. Escobar, onlarca baskından kurtuldu. Binlerce askerin kuşatmasını yarıp
çıkmayı başardı. Ancak Kolombiya devleti bir diğer karteli onun üzerine sürdü.
Cali Karteli ile yaşanan çatışmalarda bin yıldan kısa bir süre içerisinde iki
bin kişi öldü. ABD, Escobar’ı ele geçirmesi için Kolombiya devletine baskı
yaptı; hatta destek verdi. Dönemin ABD hükümeti, Panama’da Noriega’ya
yapıldığı gibi Escobar’ı kendi mahkemelerinde yargılamak istiyordu. Escobar bu
planı bozmak için seçimlere katıldı. Halk desteğiyle Parlemento’ya girdi, fakat
temsilciliği düşürüldü. Yine de Kolombiya yurttaşlarına yabancı ülkelere iade
edilmeye engelleyen bir yasayı Meclis’ten çıkarmayı başardı ve kesinleşmiş
cezasını yatmak için teslim oldu.
Escobar gibi birinin cezaevinde devlet kontrolüne tabi
tutulması mümkün değildi. İçerideki güvenliği ve konforu basında sıklıkla
konu edinildi. “Kolombiya devleti Escobar’a sahip değil. Escobar Kolombiya
devletine sahip” deniyordu. ABD’ye teslim edilmek üzere hapishaneye baskın
yapıldı; ancak Escobar kaçtı.
Sonrasında Kolombiya Ordusu, başta ABD’nin desteğini alarak,
İngiliz askeri danışmanlar ve Fransız istihbaratının teknik takip desteğiyle
Medellin’i bir tümenle kuşattı. Pablo Escobar 2 Aralık 1993’te
öldürüldü. Böylece uyuşturucu trafiğinin denetimi mutlak biçimde el
değiştirdi.
Türkçeye “Kayıp Cennet” olarak çevrilen filmde de anlatıldığı
gibi, kurduğu Kokain İmparatorluğu onu tarihteki en büyük suçlulardan bir
tanesi haline dönüştürürken, ortaya koyduğu Robin Hood benzeri “halk kahramanı”
imajı nedeniyle, binlerce kişinin ölümünden sorumlu olmasına karşın, politik
bir kariyere sahip olmuştu.
Aslında bu saydıkları sadece maddi olanlar. Babasından kendisine kalan
asıl miras yakın geçmişin en büyük uyuşturucu Baronu’nun uluslar arası
siyaseti, devletler arası ilişkileri ve beraberinden zengin-fakir, güçlü-
güçsüz pek çok insanın hayatına doğrudan nüfuz eden, her momentumu korku,
şiddet ve heyecanla ilerleyen canlı bir hikayedir.
“Mi Padre” (Benim Babam) tek başına bir hikâyenin yalın anlatımı
ya da şiddeti tasvir eden bir kitap değil. Belki bundan daha fazlası…
Şiddet, öfke, sadakat ve ihanet sarmalında sevginin kendine yer bulabildiği
gerçeğinin, bir barış mesajı formunda iletilme kaygısı. Belki de kocaman bir
özür kurban gidenlerin geride bıraktıkları için…
Dünya
uyuşturucu trafiğinin yüzde 80’ini yöneten bir Baba’nın oğul kaygısı
Nasıl bir duygu (?), tüm zamanların en ünlü, en güçlü uyuşturucu
bir kaçakçısı bir Baba’nın oğlu olmak.
Bu ve bunun gibi onlarca soruya yanıt veren, tam 500 sayfadan
oluşan; çok daha önemlisi daha önce Pablo Escobar hakkında yazılan kitaplardan,
gerçeğin ta kendisini anlatıyor olmasıyla ayrılan bir eser “Benim Babam”.
Oğul Escobar kitabının hiçbir sayfasında babasının işlediği
suçları, önü açılan yolsuzluklarını savunma kaygısıyla sayfaları bükmüyor.
Bir mimar ve endüstriyel tasarımcı olan Sebastian Marroquin, 7
yaşındayken babasının tam olarak ne yaptığını ve ailesinin ülkesi Kolombiya’daki
pozisyonunu idrak etmeye başladı: “1984 yazında Adalet Bakanı
Rodrigo Lara
Bonilla’nın ölümüyle daha kolay anlamaya başlamıştım tanıdığımı düşündüğüm
babamın dünyasında neler olduğunu. Suçlamalarla birlikte algım netleşmeye
başladı.”
Buna rağmen doğum günleri geçiyordu, çikolata ve kurabiye dolu
oyuncukların hediye edildiği, tomarla paraların saçıldığı. Yaşadığı çiftlik
filler dahil olmak üzere, dünyanın değişik yerlerinden getirilmiş egzotik
hayvanlardan oluşan bir zooloji parkına sahipti. Son model araba ve
motosikletler, oyun parkları ve bahçeler… Bir koruma ordusu nezaretinde adeta
bir kantonu andırıyordu: “Bütün bunlar benim için son derece normaldi. Tıpkı
suyun balıklar için normal olması gibi. Babam bir şeyi bana ısrarla vurguladı;
sanki uyuşturucu kullanma demek istiyordu, beni son derece fakir insanları
görmek için Kolombiya’nın marjinal mahallelerine götürürken. Aslında o devletle
uğraşmak zorunda olduğu için o mahallelerle ilgileniyordu. İnsanları yardım
ediyordu. Bunu onu temize çıkarmak adına söylemiyorum. Basitçe söylemek
gerekirse bu onun kötülük karşısındaki iyi tarafını gösteriyor.”
Frank Sinatra ağın parçası
Pablo Emilio Escobar Gaviria, kısaca "El Patrón”
(patron) olarak isimlendirilir. 2 Aralık 1993’te yakalama gerekçesiyle kurulan
bir pusu sonrasında öldü: “Onu öldürmediler. Zaten o yakalanmadan önce intihar
etmişti. Yakalanan benim amcam Roberto’ydu.”
Kitap yayımlanıp, “best seller” raflarında yerini aldıktan
sonra “neden bu kadar polemiği beraberinde getirdi” sorusuna verilecek ilk
cevaplardan bir tanesi işte bu intihar anekdotu. Fakat polemiğe kapı aralayan
notlar sadece bununla sınırlı değil. Marroquin, dünyaca ünlü Amerika Birleşik
Devletli şarkıcı Frank Sinatra’nın babasının kokain ağı içerisinde önemli
kontaklarından bir tanesi olduğunu, hatta ABD’deki dağıtım işini Sinatra’nın
üstlendiğini yazıyor. Yıllar boyunca eski Kolombiya başkanı Álvaro Uribe’nin o dönem Sivil Havacılık direktörü olarak
kokain yüklü uçakların dolaşımını kolaylaştırmadığı da öne sürüldü: “Bunlar
teori değil. Mutlak gerçeklerdir. Ne ben ne de kitabın editörleri bu konuda
gayri ciddi yaklaşımlar içerisinde olamazdık. Kitabımın içindekiler benim
yaşadıklarım. Benim görüp, bulduklarımdır.”
Yakalanmadan intihar
etti!
Marroquin,
intihar itirafını temellendirmek adına olsa gerekir, babasıyla yaptığı
konuşmalardan bahsediyor: “Babab bana pek çok kez, ‘Yakalanacağıma intihar
etmeyi tercih ederim’ dedi. Vücudunun belli bir bölümünden kan
boşalmıştı. Bu demek oluyor ki o intihar etti. Babamın ailesi ile 20
yıldan bu yana iletişimim bulunmuyor. Beni ilgilendirmiyor. Babam hayattayken
onların birer hain olduğunu biliyordu. Hatta amcam Roberto DEA (Uyuşturucu ile Mücadele
Dairesi)’ne haber uçururdu. Tabii ki Uribe’nin yaptıkları. Ben Pablo Escobar’ın
savunucu değilim. Sadece gerçeklere sadık kalıyorum. Olayların arka
planını inceledim ve babamla birlikte Medellín havalimanında kimler uyuşturucu
trafiğine karıştı bunu araştırdım. Uribe göreve geldiğinde kontroller arttırıldı.
Uyuşturucu ticareti zor hale geldi. Fakat sonunda babam her şeyi bir kez daha
kolay hale getirdi. Polise rüşvet verdi. Pek çok şey görünmez hale geldi.
Sorunlara adeta ‘elveda’ dedi.
Halefi olamazdım.
Artık ben Juan
Sebastián Marroquín Santos’um
Juan
Pablo Escobar, babasının ölümünden sonra onu halefi olmayı reddetti. Tabii
babasının suçlu arkadaşlarına olan borçlarını da ödemeyi reddetti. Annesi ve
kız kardeşini alarak Kolombiya’nın dışına çıktı. Hala sahip olduğu başka bir
kimliğe büründü. O artık Escobar’ın oğlu Juan Pablo Escobar değil, Juan Sebastián Marroquín Santos
olmuştu.
Onu kitap yazma fikrine götüren temel dinamik ise babasının
kurbanlarından özür dileme isteğiydi.
Escobar Henao isimli bir giyim
markası oluşturdu. İnternet üzerinden satışlarını yapıyor. T-shirt’ler bir
uyuşturucu baronunun imajını tasvir eden figürlere sahipken, bunların ötesinde
barış mesajı veriyor: “Bunlar gençlerin onun hikayesini tekrar etmemeleri için.
Özür beyan etmiyoruz. Kolombiya’da uyuşturucu satışı yasaklandı. Bu iyi bir
şey. Çünkü insanların acısı üzerinden pirim yapmak ithamıyla beni
suçlamalarını istemiyorum.”
Bir
gün tüm Kolombiyalılar Bolívar’ın büyük Kolombiyası’na dönmeli
Pekii Marroquín, bu yalın gerçeğe ve kitabın yayımlanmasından
sonra ortaya çıkan tartışmalara rağmen bir gün Kolombiya’ya dönmek istiyor mu?
“Kolombiya’ya dönmek… Böyle bir gündeme sahip değilim.
Kolombiya, Latin
Amerika’nın en zengin toprakları. Ben sadece şunu temenni edebilirim. Bir gün
mutlaka, değişik sebeplerle ülke dışında yaşamak zorunda kalan tüm
Kolombiyalılar tekrardan ana vatanlarına dönsünler.”
Vatan sevgisini vurgulayan bu sözleri, aslında onu tanımak
için araştırma yapanlar adına şaşırtıcı olmamalı. Babası Pablo Escobar’ın
himayesinde bilinçlenmeye başladığı dönemlerde Marroquín, “Büyük Kolombiya”
projesinin sahibi, Latin Amerika’nın bağımsızlıkçı liderlerinden Simón
Bolívar’ın kılıçlı fotoğrafını yanından hiç ayırmıyordu.
Hayatın bütün çatışmalarını yaşıyor olmasına karşın oğul
Escobar, babasının ailesine duyduğu sarsılmaz sevgi ve bağlılığı hep ön plana
çıkartıyor: “Babamın unutamadığım sözlerinden birisi de bize duyduğu sevgiyi
anlatanıydı. ‘Siz kaybettiğiniz her şeyin yerine yenisini koyabilirsiniz. Ama
eşiniz ve çocuklarınınız yerini dolduramazsınız’ derdi.”
Pablo
Escobar’ın, kızıyla sadece bir gece geçirebilmek için gözünü kırpmadan 1 milyon
doları feda ettiğinden bahsediliyor.
ESCOBAR’IN
KOLOMBİYASI
Denetlenemeyen kayıt dışı para trafiği
Güney
Amerika ülkelerinin özgür birer ulus olma yolundaki bağımsızlıkçı mücadelesinin
ateşini yakan Simón
Bolívar’ın ülkesi Kolombiya, doğal kaynakları, tabiatı ve kültürel çeşitliliği
açısından dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alıyor. Ancak ülkedeki iç
savaş yarım asırdan fazla süredir devam ediyor. Yalnızca 1948-1958 arasında 300
bin Kolombiyalının öldürüldüğü kayıtlara geçmiştir. Kuzey Amerika’ya geçiş
kapısı niteliğindeki konumu ülkeyi Karayipler ile Atlantik ve Pasifik’in
egemenliği konusunda kilit bir nokta haline getirmiştir. Bu nedenle ABD’nin
Kolombiya’daki siyasete nüfuz ettiği, toplumsal dinamikleri kontrol etmek adına
yarım asırlık iç savaşta da belirleyici olduğu gerçeği, dünyanın en büyük
Kokain Baronu olarak kabul edilen Pablo Escobar’ın hikayesinde de kendisini
göstermektedir. İşin temelinde ise denetlenemeyen kayıt dışı para hareketi
vardı.
Pek çok stratejiste göre 1993’teki Pablo Escobar operasyonu
ABD’nin uyuşturucu trafiğini dizayn etme yönündeki ilk büyük adımı olarak
görülüyor.
Uyuşturucu
Baronu ve halk kahramanı
Escobar, 1970’li yıllarda Medellin Karteli’nin temelini
attı. Ve 1980’lere gelindiğinde dünyanın her yerine kokain taşıyabilecek
bir ağa sahip oldu. Artık o dünyanın en zengin 10 adamından bir
tanesiydi. Dünya uyuşturucu trafiğinin yüzde 80’ini yönetiyordu ve Kolombiya
devletinin en güçlüsüydü. Devletin içerisinde önemli bir mekanizmayı
kontrolü altına almıştı. Fakat önemli bir kısmıyla da ihtilaf
halindeydi. Escobar, halkın devlete olan tepkisini, ihtilaf içerisinde
olduğu güçlere karşı kanalize etmeyi başarmış. Böylece halkın gözünde bir
“Kurtarıcı” imajı oluşturularak, muhalefetin yozlaşmış bir biçimini sergilemeye
başlamıştı.
Escobar’ın Medellin karteli 10 bin tane silahlı adama
sahipti. Kolombiya devletinin terk ettiği yoksullara ev, okul, futbol
sahası ve gıda sağlayarak halk nezninde meşruiyet kazanmış ve gücünü
korumuştu. Onun hayatın anlatan ve bu sıralarda çok izlenen bir dizi olan “Narcos”,
Escobar gerçeğini böyle bir kesitle anlatma gayreti gösteriyor.
Kolombiya
Escobar’a değil; Escobar Kolombiya devletine sahip
1988’de Escobar ile devlet arasındaki çatışma üst seviyeye
ulaştı. Escobar, onlarca baskından kurtuldu. Binlerce askerin kuşatmasını yarıp
çıkmayı başardı. Ancak Kolombiya devleti bir diğer karteli onun üzerine sürdü.
Cali Karteli ile yaşanan çatışmalarda bin yıldan kısa bir süre içerisinde iki
bin kişi öldü. ABD, Escobar’ı ele geçirmesi için Kolombiya devletine baskı
yaptı; hatta destek verdi. Dönemin ABD hükümeti, Panama’da Noriega’ya
yapıldığı gibi Escobar’ı kendi mahkemelerinde yargılamak istiyordu. Escobar bu
planı bozmak için seçimlere katıldı. Halk desteğiyle Parlemento’ya girdi, fakat
temsilciliği düşürüldü. Yine de Kolombiya yurttaşlarına yabancı ülkelere iade
edilmeye engelleyen bir yasayı Meclis’ten çıkarmayı başardı ve kesinleşmiş
cezasını yatmak için teslim oldu.
Escobar gibi birinin cezaevinde devlet kontrolüne tabi
tutulması mümkün değildi. İçerideki güvenliği ve konforu basında sıklıkla
konu edinildi. “Kolombiya devleti Escobar’a sahip değil. Escobar Kolombiya
devletine sahip” deniyordu. ABD’ye teslim edilmek üzere hapishaneye baskın
yapıldı; ancak Escobar kaçtı.
Sonrasında Kolombiya Ordusu, başta ABD’nin desteğini alarak,
İngiliz askeri danışmanlar ve Fransız istihbaratının teknik takip desteğiyle
Medellin’i bir tümenle kuşattı. Pablo Escobar 2 Aralık 1993’te
öldürüldü. Böylece uyuşturucu trafiğinin denetimi mutlak biçimde el
değiştirdi.
Türkçeye “Kayıp Cennet” olarak çevrilen filmde de anlatıldığı
gibi, kurduğu Kokain İmparatorluğu onu tarihteki en büyük suçlulardan bir
tanesi haline dönüştürürken, ortaya koyduğu Robin Hood benzeri “halk kahramanı”
imajı nedeniyle, binlerce kişinin ölümünden sorumlu olmasına karşın, politik
bir kariyere sahip olmuştu.
https://www.linkedin.com/in/%C3%B6zg%C3%BCr-sancar-6b99b318?trk=hp-identity-name://www.linkedin.com/in/özgür-sancar-6b99b318?trk=hp-identity-name
https://twitter.com/mozgursancar
https://twitter.com/mozgursancar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder