![]() |
Hayata karışmak |
İnsan, doğası gereği yaşadığı gerçekle yüzleşerek güçlü kalabilir. Hemen hemen herkesin bildiği bu sade olgu, ancak döne döne vurgulanınca daha anlaşılır oluyor.
Öyle ya... bilmek başka bir şey, anlamak bambaşka...
Elimdeki Çehov kitaplarına bakarken, gerçekle yüzleşme zaruretinin üzerinde düşünmeye başladım.
Anton Çehov, "Altıncı Koğuş" kitabında Nihilizm'in insanı nasıl da dipsiz derinliklere sürüklediğini hatırlatıyor; Sibirya tasvirleriyle. İnsanın akıl dışı, yıkıcı ve karanlık yönüne ışık tutuyor.
Anlamsızlık, tesadüfler
Karşılaştığı güçlükler karşısında amansız bir karamsarlığa kapılan doktor, "çareyi" her olaya ve kişiye karşı kayıtsızlıkta bulur. Finalde kendi fiziksel varlığına bile kayıtsızlık noktasına ulaşmıştır. Her adımda daha da koyulaşan bir kadercilik anlayışı hiçleşen hayatına eşlik eder.
Hayatı anlamsız ve tesadüfler sayesinde ilerleyen bir süreç olarak görmektedir. Hiççiliği buradan gelir.
Çehov, doktor Yefimiç karakteri üzerinden insanın yozlaşmasını sarsıcı biçimde anlatırken, dönemin Rus aydın zümresinin içerisinde bulunduğu âtaleti ve toplumsal gerçekle son derece zayıf olan bağlarını da gözler önüne serer; aslında bununla birlikte, direkt olarak, her türlü zorluğun hayatın içine karışarak aşılabileceğini söyler.
Kaçmak çözüm değil. İnanmak ve Gerçeği kabul etmek gerekir
Kaçmak çözüm değildir. Gerçeği kabul etmek gerekir. İnanmak ve mücadele etmek, dünya telaşına katılmak...
Güvenli sularda soylu fikirlerden bahsetmek, okumak-yazmak kolay; ancak gerçeği toplumun içine karışınca, yaşamla sıkı bağlar kurunca anlayabiliyorsunuz.
İnsan insanla varoluyor.
Çehov'un "Vanya Dayı" oyunundaki doktor Astrov, Yefimiç'in tersine hiçliği reddederek, yenildikçe daha fazla mücadele ederek, hayatın içinde kalmayı tercih ediyor. Ağaçlar dikiyor, sert fırtına da yüzlerce kilometre uzaktaki hastalara gidiyor. Bilim ve ilerlemeye inanıyor. Yoksul köylünün, bilimle, cehâletten kurtulup değişebileceğini gösteriyor.
Gidilen yol kederle dolu da olsa, yaşam mücadelesi varoluşumuzun gereğidir. İnsan kendini yaşamın derinliklerinde gerçekleştirir.
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol Behramoğlu
https://twitter.com/ozgursancarr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder