21 Ekim 2020 Çarşamba

Emperyalizm ve “Yeni Normal” Savaşları

Emperyalizm ve “Yeni Normal” Savaşları

Dünyada başlıca dört hukuk sistemi olduğundan bahsedilir; bizim de içerisinde bulunduğumuz Kıta Avrupası (Roma-Germen) hukuk sistemi, Anglosakson Hukuk Sistemi, İslam hukuk sistemi ve Sosyalist Hukuk sistemi... Uygarlık tarihi ve devletin doğuşuna paralel olarak hukuk, toplumların vazgeçilmez ihtiyacı olmuştur. Temelini, idealini ve son amacını adâlet kavramı oluşturur.

Devletin Doğuşu ve Hukuk 

Çünkü adâleti sağlayan otorite olmadan hiçbir sistem ayakta kalamaz. Otorite biriciklik özelliğine sahiptir ve adâleti başka bir gruba/güç odağına devretmez. O nedenle devletleşme öncesi toplumlarda, ilkel kabile toplumlarında, herkes kendi adâletini sağlar (ihkak-ı hak); ortada adaleti tesis etme tekeline sahip, örgütlü ve tüm toplumu kapsama yeteneği olan bir yapı yoktur. 
Devlet örgütlenmesinin olmadığı yerde kısasa kısas vardır; gücü olmayan hakkını savunamaz; doğada güçsüzlerin başına ne geliyorsa, onun başına da aynısı gelir. 

Üretimin sistemli biçimde çoğalmasıyla, sınıflaşmaya başlayan insanlığın, devredilemez nitelikteki otorite ve silah kullanma tekeline sahip olan devleti icat etmesi, bugünkü modern hukuk sistemlerinin, tarihin ilk dönemlerindeki kaynaklarını görmemizi sağlar. 

Aristo, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi 

Aristo, hukukun kaynakları ve felsefesi açısından, üzerinde en çok düşünülen filozoflardan bir tanesidir. 
Onun denkleştirici adâlet anlayışına göre, kişilerin şahsî ve özel durumlarına bakılmaz; çünkü mutlak - aritmetik bir eşitlikten bahsetmektedir. 
Soyut olan kanunu, somut olaya uygulayarak işleyen hukuku anlamak, hukuk felsefesiyle ilintilidir; ancak hukukun konusu olan, insan eylemi, suç ve kusur, hukuk sosyolojisinin alanına girer. 
Bu nedenle Aristo'nun çizdiği teorik felsefeden çok, işin sosyolojisini anlamamızı sağlayan bazı sözlerini daha fazla önemsiyorum. 

"En büyük suçlar, gerekli olanı değil de fazla olanı elde etmek için işlenir." -Aristo

Geçenlerde bir İspanyol gazetesinde okuduğum haber, bu söz ve dolayısıyla hukuk sosyolojisi üzerine daha fazla düşünmemi sağladı. 

Emperyalizm ve “Yeni Normal” Savaşları Batılı bir ilaç firması, korona virüs aşısını bulduğunu, Aralık ayının sonunda, aşıyı piyasaya süreceğini açıkladı. Anlaşılan, salgının bu kadar uzun sürmesine neden olan dünyadaki sermaye birikimini ele geçirme savaşının finali yaşanıyor.

Tam 200 ülkede, şiddetini arttırarak, ikinci dalgayla ilerleyen salgın, dünyadaki sermaye birikimine sahip olma savaşını da peşi sıra getiriyor.
Hiçbir büyük sermayeli ilaç firması böyle bir salgın karşısında azla yetinmez.
Bu nedenle, geçen Mart ayında Küba, korona virüse karşı aşıyı bulduğunu söylediği hâlde, bu örtbas edildi. Aşısı bulunan korona virüsün, dünyayı tam anlamıyla kasıp kavurması bekleniyor; neden 200 ülkede milyarlarca insanın aşı olması için harcanacak milyar dolarları bir kenarı bırakıp, bir ya da iki ülkeden elde edecekleri "küçük paralarla" yetinsinler. Ya da işi Birleşmiş Milletlere havale edip, aşının daha fazla bekletilmeden, eşit ve makul maliyetlerle tüm ülkelere dağıtılmasına izin versinler (?).

İnsanlığın güven ve düzen arayışı, otorite ve yaşam hakkı... bunları tesis eden hukuk ve hukukun mutlak amacı adâlet...
Ne dersiniz, hukuk felsefesinin temel düşünürü, filozof Aristoteles, Antik Yunan'dan günümüze kadar uzanan suç ve kusur dizgesinde en büyük suçu doğru tanımlamamış mı?
Daha fazlasını elde etme ve kâr hırsı, milyonlarca insanın ölümle burun buruna gelmesine neden olmuyor mu?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder